Rezervasyon

Çilingir Sofrası

Rakıya eşlik etmesi için kurulan mütevazi adap sofrası. Rakının yanında yemek yemek yakın zamanlarda, geleneksel meyhane kültürü bozulup içkili lokantalar yaygınlaştıkça ortaya çıkmış postmodern bir olgudur. Esas olarak rakının yanında yemek değil, meze yenir. O mezeler de rakıya göre seçilir, rakı damağına uygunluğu test edilerek belirlenir.
Meze, Farsçada tat veya çeşni anlamına gelir; yani mezeden tadılacak veya çeşnisine bakılacak yiyecekleri anlam, tanımı gereği tadımlık bir şeydir. Üstat Ahmet Rasim yemek ile meze arasındaki ayrımı çok açık bir biçimde belirler: "Meze hiçbir zaman karın doyuracak yiyeceklerden değildir. Karın doyurmak ayrı bir zevktir." Çeşni yiyecek ve içeceğin hoş duyum veren niteliğidir, çeşnici, çeşnicibaşı, çeşnigâr veya çeşnigir denen lezzet ustası tarafından ortaya çıkarılır. Yaygınlıkla benimsenmiş bir görüşe göre çilingir sofrası kavramı çeşnigir sofrası tabirinden gelir. Bu görüş kuvvetli temellere sahiptir. Çünkü çeşnigirin Osmanlı saray mutfağında üstlendiği görev, güçlü bir mecaz oluşturacak niteliktedir. Çeşnigirler padişaha pişirilen yemeklerin gözetim ve dağıtımından sorumluydu. Onların şefi konumundaki çeşnicibaşının başlıca görevlerinden biri de herhangi bir suikast girişimine karşı padişahın yiyeceği yemeği tadarak kontrol etmekti. Bu yüzden saraylarda, konaklarda çeşnicibaşının yemekleri tatması için yapılmış çeşnigir tabağı adı verilen küçük tabaklar vardı. Daha sonra halk tarafından da kullanılmaya başlanan bu tabaklardan kurulan sofraya çeşnigir sofrası dendi ve tabir dilsel evrim geçirerek çilingir sofrası haline geldi. Bu durumda kalenderane bir mizah duygusuyla çilingir sofrasını kuran çeşnicinin rakıya yönelik suikast girişimine karşı önlem aldığı söylenebilir. Yanlış olmaz, çünkü rakı hem kendisi için özgün mutfak oluşturulmuş kişilikli bir içkidir Gene de çeşni zevkinin göreceliğini ve çilingir sofrasının bireysel tercihleri saygıyla karşılayan erdemli duruşunu gözden kaçırmamak gerekir. Ahmet Rasim, 90 yaşına kadar demlenmiş eski Bektaşi babalanndan Yorgani Hasan'ın sözlerini kulağımıza küpe eder:

"Ben öyle asma çubuğundan atlayıp sarhoşluk taslamayı dinlemem erenler!.. Senin rakı dediğin yarım okkalık olmalı, beraberinde bir paket tütün, meze olarak da mevsim meyvelerinden biri. Türlü türlü yağlı şeyler meze değil, yemektir."

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey de aynı fikirde-dir, ama sürpriz bir laf eder: "

Bunca yıl Balıkhane nazırlığı ettim. Şimdi yaşım sekseni aşmıştır. Hiçbir zaman balıkla mezelenmedim. Mevsim yemişleri rakıya hem cila verir, hem de mideye dokunmaz." Çffir Boğazına düşkünlüğüyle nam salah Baba den Yaver'in sürprizi de pa•laktı; rakı= yanın-da keten helvaya bayılırdı. Ahmet Rasim'in tanıklığıyla: "Meyhaneden içeriye sebzevatçı beygirleri gibi giyerdi. iki eli salata demetleriy-le yüklü bulunurdu. O bile sorulunca, 'Bu hın-zırın asıl mezesi kavundur,' derdi." Bestekâr Nuri Şeydâ portakal, elma yahut baş-ka herhangi bir meyveden gayet az olmak ko-şuluyla çimtinirdi. Kemençeci Vasil bir salkım üzümle; içki masasına oturunca bir buçuk okka götüren ihtiyar ayyaş Osman Bey sadece zeytin ile; gazeteci Tevfik Ebüzziya çoğunluk-la meyve, şayet vaktiyse yalnız kavunla meze-lenirdi. Ahmet Mithat Efendi içtiği zamanlarda bir büyük tabak fasulye piyazı yaptınrdı. Ara sıra içen Muallim Naci ise badem, ceviziçi, fıs-tık gibi kuru yemişlerden hazzederdi. Tanbu-racı Osman Pehlivan "et, tatlı ve çeşitleri ense yapar" der, ancak Kemani Tatyos Efendi gibi ne bulursa yerdi. Ahmet Rasim ise çilingir sof-rasında yaz kış salata ve meysim ıneyveleri bu-lunsun isterdi. Rakı kültürünün olgunlaşıp dolu dizgin yur-dun her yerini sardığı 19. yüzyılın son çeyre-ğinden beri oluşan mutabakat, bu işin olmazsa olmaz ikilisinin beyaz peynir ile kavun olduğu-dur. Gerisi kişinin maddi imkanları ölçüsün-de gelir, bazen istakoza, havyara kadar uzanır. Yerine göre kişi yumruk mezesi ile yetinir. Artık sayıları iyice azalan klasik meyhaneler-de kurulan çiliııgir sofrasının özü birkaç meze, biraz çerez, bir karafaki soğuk rakı ve kadeh-ti. Son iki unsur önemliydi, çünkü kararında içmek bu hemdem sofrasının bir başka vazge-çilmez ilkesiydi. Çilingir sofrası kavramının kökenine ilişkin ikinci görüşle bitirdim. Bu görüş çilingir sözcüğünün anlamına dayanır-.
Rakı mihenktaşı misali kişinin karakterini or-taya çıkarır, insanı çilingir gibi açar.

Ahmet Rasim Anılar ve Söyleşiler / Reşad Ekrem Koçu Eski Istanbul'da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri I Salâh Birsel Boğaziçi Şıngır Mıngır / Vefa Zat Mablyla Rakı ve Çilingir Sofrası

BLOG

Adap

Uyulması gereken kurallar; edepler öğretisi. Rakı sofrası her şeyden önce rakı adabı ister. Rakıyı yoluyla yordamıyla içmek gerekir, kendine özgü bir töresi vardır. Eskilerin âdâb-ı işret dediği içki içme terbiyesi, rakı meclisleri sayesinde bugünlere kadar sürdürülmüştür. Meclise ve meclisi paylaşan kişilere saygı göstermek, sohbeti kesmeden dinlemek, söyleyeceğini kırıcı olmadan söylemek, etrafı rahatsız edecek davranışlardan kaçınmak, ona buna sarkıntılık etmemek gibi görgü kuralları rakı sofrasının temeline yerleşmiştir.

Agora Meyhanesi

İstanbul'un en eski semtlerinden Balat'ın tarihi çarşısı Leblebiciler Sokağı'nda yer alan ünlü meyhane. Antik Yunan'da kentle ilgili bütün önemli kararların alındığı, bütün sokakların buraya çıktığı mey-dana agora denirdi. Haliç'e bakan Agora Mey-hanesi de Balat'ın bütün sokaklarının çıktığı yerde, agoranın göbeğindeydi. 1890 yılında Kaptan Asteri tarafından açıldı ardından barbalık oğlu Stelyo'ya geçti. 1950'lerde bu kez Stelyo'nun oğlu Hristo Dulidis, namı diğer Kaptan Hristo bayrağı devraldı ve 1980'lerin sonuna kadar aralıksız sürdürdü.

Akşamcı

Her akşam işini bitirdikten sonra meyhaneye uğrayarak veya evine gidip rakı içmeyi âdet edinmiş kişilere verilen ad. İstanbul'un bugün hayal olmuş, hiçbir örneği kalmamış eski gedikli meyhanelerinde iki tür akşamcı vardı. Birinciler, meyhanenin girişinde bulunan tezgâhta bir iki tek atıp gidenlerdi. Bunlar için tezgâhın üstünde fasulye piyazı, lahana dolması, leblebi gibi sıradan mezeler bulunurdu. Daha uzun süre kalacak müşteriler ahşap sofralarda ağırlanırdı. itibarlı müşteriler içinse şirvan adı verilen ve , birkaç basamak merdivenle

Ançüez

Tuzlanmış küçük balıklardan yapılan meze. Yabancı dillerde hamsi anlamına gelen ançuez sözcüğü, Türkçede tuzlanmış balık veya bu balıktan elde edilen ezme için kullanılır. Marmara'da bahar ve yaz aylarında avlanan yumurtasını bırakmış ve zayıflamış yağsa hamsilerle yapılan tuzlama çok lezzetli olur. Temizlenen ve suyu süzülen hamsiler bir kat kaba tuz, bir kat balık olarak dizilir ve bir-bir buçuk ay süreyle tuzda pişmeye bırakılır. Yeneceği zaman tuzdan çıkarılan balıklar yıka-nır, suda bekletilip

Ara Çayı

Rakı arasında içilen çay. Karadenizli rakıcılar sofrada rakıya ara verip birer bardak tavşankanı çay yudumlar, işin keyfini öyle çıkartır. Ara çayı Anadolu'nun öteki yörelerinde de yaygındır. Gerek çeşme başı içkilerinde, gerekse sıraa gecelerinde ayılmak için rakıya ara verilip çay içilir.



Ara Kahvesi

Rakıya ara verilip içilen kahve. Üstat Ahmet Rasim bazen rakıyı kesip bir ara kahvesi aıir, sonra kaldığı yerden devam ederdi.





Ara Sıcak

Rakı sofrasının vazgeçilmez yiyeceklerinden sıcak mezelere içkili lokanta işletenlerce verilen, yeme içme kültürümüze yakın zamanlarda girmiş bir terim. Sıcak mezenin kısaltması olarak kullanılan sıcak sözcüğünün başına getirilen ara sözcüğü söz konusu yiyeceklerin sofradaki yeri, sırası konusunda farklı yorumlara yol açar. Geleneksel anlayışa göre rakı sofrasında sadece meze yenir, sıcak mezeler bir süre sonra masaya gelerek farklı tat ve kokularıyla o ana kadar rakı ve mezelerin soğuk tadına alışan damak ve mideleri rahatlatır,

Barba

Meyhane patronu, usta. Sözcük Rumca kökenli (amca anlamına gelir) olsa da sadece Rumlara değil, Ermeni ve Yahudi meyhanecilere ve Müslümanlara yasak olan sufli meslek erbabı öteki gayri müslimlere de barba denirdi. Barbalar genellikle yaşlı olurdu, ama gedik adı verilen meyhane ruhsatı miras yoluyla geçtiği için babasının yerini almış genç barbalara da rastlanırdı. Barbalar hizmetin kusursuz verilmesinin yanı sıra meyhanenin huzurundan da sorumluydu. Yeni bir müşteriyi önce göz, sonra söz sınavına tabi tutarlar,

Binlik

Yaklaşık üç buçuk litre rakı veya şarap alan kap; Osmanlı döneminde gedikli meyhanelerde uygulanan standart ölçek. Hüseyin Kazım Bey Büyük Türk Lügatı’nda "Bin dirhem istiâb eden büyük şişe" tanımını verir. Mehmet Zeki Pakalın ise Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri eserinde binlik üstüne şunları yazar: "İki buçuk okka sulu şey alan şişeler; 1 okka 400 dirhem olduğundan 1000 dirhemlik [3.2 kg] demektir. Eskiden ayyaşça vahidi kıyâsı sayılır ve bir oturuşta binlik devirmek rekortmenlik addedilirdi."

Caba

Meyhanelerde sofranın sonunda mastori tarafından ücretsiz olarak ikram edilen rakı, bir tür yolluk. Yakın zamana kadar uygulanan rakının cabasını verme geleneği, eski ve yeni ölçekler arasında oluşan farkın dostça paylaşılması esasına dayanır. Klasik meyhanelerde sofraya gelen rakının ölçüsü karafaki idi. 20. yüzyılla birlikte şişenin yaygınlaşması, karafaki ile şişe ölçüleri arasında farklar oluşmasına yol açtı. Bu durum 50'li yıllarda daha da belirginleşti. içkili yerlere sınıf düzenlemesi getirilmiş, yiyecek ve içeceklerin gramaj ve fiyatları

Çeşni

Lezzet, tat; tada ve kokuya ilişkin duyguların karmaşık bileşimi; rakının yanı sıra yenilen meze. Çeşni tabiri çilingir sofrası içinde birbiriyle uyumlu meze çeşitleri anlamına da gelir.




Çeşnicibaşı

Başsofracı, çeşnici veya çeşnigir denen sofra görevlilerinin amiri, tadımcı; rakı jargonunda çilingir sofrasını kuran kişi. Osmanlı sarayında çeşnicibaşının başlıca görevlerinden biri, suikast girişimine karşı padişahın yemeğini tatmaktı.




Çilingir Sofrası

Rakıya eşlik etmesi için kurulan mütevazi adap sofrası. Rakının yanında yemek yemek yakın zamanlarda, geleneksel meyhane kültürü bozulup içkili lokantalar yaygınlaştıkça ortaya çıkmış postmodern bir olgudur. Esas olarak rakının yanında yemek değil, meze yenir. O mezeler de rakıya göre seçilir, rakı damağına uygunluğu test edilerek belirlenir. Meze, Farsçada tat veya çeşni anlamına gelir; yani mezeden tadılacak veya çeşnisine bakılacak yiyecekleri anlam, tanımı gereği tadımlık bir şeydir. Üstat Ahmet Rasim yemek ile meze arasındaki ayrımı çok açık bir biçimde belirler: